grup hepsi
 
  Ana Sayfa
  benn
  Ziyaretşi defteri bu sayfadan mesaj atabilirsiniz!!!
  grup hepsi biyografi
  en güzel grup hepsi resimleri
  grup hepsi röpörtajlar yeniiii
  Aşk ifadeleri
  grup hepsi ye şiirler
  komik diologlar
  komik karikatürler
  grup hepsi hakkındaa
  grup hepsi koomik
  galeri(arkadaşlar bence girin)
  videolar
  grup hepsi msn avatarları,güzel gifler ve grup hepsi resimlerinin devamı
  ramazana özel
  süper simli giflerrr
  Duvar yazıları
  Çocuklara Masallar
  Dünyanın ilginçleri
  Ünlülerin Gafları
  Sagopa Kajmer
  Tv İzle
  Sohbet odası
  Haberler
  Oyunlar
  Şarkı sözleri
  Şiirli resimler
  Birazda Dinimiz
  Ceza
  Manga
  Mor ve Ötesi
  Bushido
  4 Yüz
  Animasyonlar
  Ayrılık nickleri
  Fenerbahçe gifleri özelll
  Göz yanılmaları
  99 dilde seni seviyorum
  Göz avatarları
  Simli isimler
  Gaffur avatarları
  Sevgi
  anketim
  Bil Bakalım
Çocuklara Masallar

KÖTÜ KALPLİ BÜYÜCÜ

Malezya Masalı

Eskiden ülkelerden birinde yoksul bir adam yaşarmış. Fakat bu yoksul adamın karısı ay ışığı kadar güzelmiş. Birbirlerini çok severler, mutluluk içinde yaşarlarmış. Ama hiçbir kederin gölgelemediği bu mutluluk fazla uzun sürmemiş. Günün birinde o yörenin en kötü kalpli büyücüsü genç kadını görmüş ve görür görmez de aşık olmuş.

"Ne olursa olsun ben bu kadına sahip olmalıyım!" diye de karar vermiş. Planını uygulamak için de kocasının kılığına girmiş. Büyücü olduğu için bu iş hiç de zor olmamış. Tıpatıp benziyormuş yoksul kocaya. Evlerine gitmiş.
"Defol buradan bu benim evim!" diye bağırmış büyücü. Asıl koca çok şaşırmış karşısında aynen kendisine benzeyen birini görünce. Sevgili karısı ise ne yapacağını, kime hak vereceğini bilememiş. Çünkü iki adam da aynıymış!

İki koca adayı kavga etmeye başlamışlar. Kadın bir birine, bir diğerine yardım ediyormuş. Sonunda köyün bilgesinin önüne çıkarmışlar onları, ikisi de kadının asıl kocasının kendisi olduğunu iddia ediyor diğerini sahtekarlıkla suçluyormuş. Ak sakallı bilge biraz düşünmüş: "Bir deneme yapmamız lazım. Sonra karar vereceğim. Şu sandığı görüyor musunuz? İkiniz de sırayla bu sandığı şu dağa çıkarıp, geri getireceksiniz."

Sandığın içinde bilgenin adamı varmış. Önce asıl koca sırtlamış sandığı. Yokuşta nefes nefese kalmış, kendi kendine konuşmaya başlamış:
"Allahım! Nereden çıktı bu bela başımıza! Ama olsun gerekirse bu sandığı yedi kere bu dağa çıkarırım. Yeter ki, karımı kaybetmeyeyim!"
Ardından büyücü sandığı yüklenmiş. Yokuşta o da konuşmaya başlamış: "Bu sandık da ne kadar ağırmış! Ama olsun. O kadını elde etmek için daha ağırını bile taşırım."

Bilgenin sandıkta saklı adamı dönüşte her şeyi anlatmış. Bunun üzerine bilge bir büyücüyle karşı karşıya olduklarını hemen anlamış, şöyle demiş:
"Kim şeker kamışının içinden geçebilirse, bu kadının asıl kocası odur." Gerçek koca saçını başını yolmaya başlamış. Tabii zavallı, kamışın içinden geçemeyeceğini biliyormuş. Öteki ise, "nihayet kadın benim karım olacak" diye sevinip, kamışın içine girivermiş. Ama daha kamışın içindeyken bilge kamışın iki uçunu balçıkla kapatmış ve büyücüyü kamışın içine hapsetmiş! Bütün ülke kötü bir büyücüden kurtulmuş. Birbirlerini çok seven karı koca da mutluluk içinde yaşamaya devam etmişler

 

SERÇEYLE DÖRT YAVRUSU
-Alman Masalı -

Bir varmış bir yokmuş, bir anne serçe ve onun dört tane birbirinden şirin yavrusu varmış. Serçe sıcak yaz aylarında yuvasında yavrularını büyütüyormuş. Gündüzleri yavruları için yem topluyor, gün boyu bir kaç kez yuvaya dönüp küçükleri besliyormuş. Her geçen gün yavrularının büyüdüğünü, güçlendiğini görüyor ve seviniyormuş.
Sonbahara doğru yavrular artık iyice büyümüş, yuvada hoplayıp zıplamaya, kanatlarını denemeye başlamışlar. Bir gün yine kanatlarını denerlerken, birden çıkan rüzgar yaramaz yavruları alıp yuvadan uçurmuş.
Anne serçe, akşam döndüğünde yavrularını göremeyince çok üzülmüş. Onların artık uçabilecek kadar büyüdüğünü biliyormuş, ama hayata dair nasihatlar vermeden, onlarla vedalaşmadan gittiklerine çok üzülmüş.
Kış ayları yaklaştığında, anne serçe tarlada yem toplarken birden yanına doğru uçan dört küçük serçe görmüş. Yavrularını hemen tanımış. Birbirlerini kucakladıktan sonra anneleri onlara nasıl yaşadıklarını sormuş.





Önce en büyük yavrusu anlatmaya başlamış:
"Önce bahçelerde yaşadım, solucan topladım. Sonra kirazlar olurken kiraz yedim. Kirazdan sonra armutla beslendim. Karnım hiç aç kalmadı."
"Ay, yavrum" demiş serçe anne,"bu hayat çok tehlikelidir. Başkasına ait şeylerle yaşamaya alışanın başına kötü işler gelebilir."
Sonra bir sonraki yavrusu anlatmış:
"Ben konağın yakınında yaşadım. Zengin insanların artıklarını, ahırlarda hayvanlara verilen yemlerin kalıntılarını topladım. Karnım hep doydu, hem de çok iyi yemeklerle."
"Ay yavrum" demiş anne, "zenginliğin yanında yaşamak iyidir, ama zenginlikle birlikte alçaklık da hep orada olur. Bu hayat çok tehlikelidir."
Sonra üçüncü yavrusu anlatmış:
"Ben yol boylarında yaşadım. Orada hep bir şeyler bulunuyor. Onları topladım."
"Ay yavrum" demiş anne. "Yol boyları tehlikeli olur. Sen yem toplarken yaramaz çocuklar sana taş atabilir."
Sıra en küçüğe gelmiş:
"Anne, ben ormanda kaldım. Ağaçların dalları arasında yer buldum kendime. Kimseye zarar vermeden, kimseye muhtaç olmadan, özgür yaşadım. Kendi bildiğim gibi, kimseye bağlı olmadan yaşamak çok güzel. Hayatımdan çok memnunum."
"Yavrum" demiş anne. "En küçük olmana rağmen en akıllı senmişsin. Özgür olan, hayatta kimseye muhtaç olmayan, en mutlu hayatı bulacaktır. Senin hayatın diğerlerine de örnek olmalı."

KUĞU KIZI PERİ KIZI
- İspanyol Masalı -

Yalçın kayaların tepesindeki bir şatoda, genç bir prens
annesiyle birlikte yaşarmış. Bu prens havanın çiçek
kokularıyla dolu olduğu bir bahar günü avlanmaya gitmiş.
Av peşinde dolaşırken akşama doğru ağaçların arasında karşısına
gümüş renkli minicik bir göl çıkmış.
Birden uzaktan kanat sesleri duymuş ve ağaçların
arkasına saklanmış. Üç tane uzun boyunlu narin kuğu gökten
süzülmüş. Gölün kıyısına konan kuğular
beyaz tüylerini bir elbise gibi çıkarmışlar.
Genç prens gördüklerine inanamamış; kuğular birbirinden güzel
genç kızlara dönüşüvermişler.
Kızlar göle girip yıkanmış,eğlenmişler.Sonra da kıyıya geri dönüp,
tüyden elbiselerini sırtlarına geçirip kanatlanmışlar.

Kızların üçü de çok güzelmiş, ama en küçükleri dünya güzeliymiş.
Prens o günden sonra başka şey düşünemez olmuş. Varsa yoksa kuğu kız!
Sonunda annesine durumu anlatmış.
"Eğer kuğu kıza kavuşamazsam, onunla evlenemezsem, ben bu dünyada
yaşayamam" demiş.
Prensin annesi çok kederlenmiş. "Ah yavrum! Sen kuğu kızı unut" demiş,
"O bir peri kızı. Peri kızları da insanların yanında yaşamaz" diye dil dökmüş.
Prens annesini seviyormuş, gerçekten yürekten seviyormuş,
ama kuğu kızı daha çok seviyor olsa ki, vazgeçememiş.
Kızı unutamamış. Kuğuları gördüğü göle geri dönmüş,
sabah akşam arada kuğuların geleceği
günü bekemeye başlamış.
Bir gece uzaktan yine kanat sesleri duyulmuş. Prens heyecanla gözlerini
gecenin karanlığına dikmiş. Sonunda üç zarif kuğu göl kıyısına konmuş.
Kuğular, beyaz tüyden elbiselerini üzerlerinden atıp yine dünya güzeli
birer kız haline gelmişler. Suya girip yıkanmaya başlamışlar.
Onlar orada yıkanırken genç prens, en küçük kızın tüyden elbisesini
kaptığı gibikaçmaya başlamış. Arkasına bile bakmadan koşmuş.
Kız kardeşler de hemen kıyıya yüzmüşler. İki kardeş elbiselerini
sırtına geçirip uçmuş. En küçük kız ise tüyden elbisesi olmadığı için
uçamamış.Prensin peşinden koşmuş.
Onu yakalayınca da önünde diz çöküp elbisesini geri vermesi için yalvarmış,
yakarmış. Ablalarının peşinden gidebilmek için diller dökmüş.
Prens kararlıymış. Kuğu kızıntüyden elbisesini vermemiş.
Sırtına bir pelerin sarıp, kızı şatosuna götürmüş
ve onunla evlenmiş. Bir süre sonra kuğu kızı peri kardeşlerini unutmuş.
Tüyden elbisesini unutmuş. Gümüş renkli gölü unutmuş.
Aradan altı bahar geçmiş.
Ağaçlar yedinci defa çiçek açmaya başladığında,
kuğu kızı peri kızı, prense bu şatoya ne zaman ve nasıl geldiklerini sormuş.
Kız beyaz ışıklar saçan elbisesini bulup eline almış.
Denemek ister gibi sırtına geçirmiş
ve bir anda tekrar uzun boylu narin bir kuğu olup,
açık pencereden uçuvermiş!
Prens o günden bu yana her baharda gümüş renkli gölün kıyısına
gidermiş.Göl kenarında oturur, gece uzaklardan duymayı ümit ettiği
kanat seslerini dinler kuğuların geleceği anı beklermiş.
Ama kuğu kız bir dahagelmemiş.
Kuğu kızı peri kızını o günden sonra kimse görmemiş.

OBUR KURT VE LEYLEK
- Eski Yunan Masalı -



Dünya dünya olalı beri, hayvanlar arasında en
oburlarından biridir kurt. Önüne gelen her şeyi, iyi kötü demeden
yutar. Yiyecek bir şeyle karşılaştı mı, ağzına lamasıyla
midesine indirmesi bir olur.
Ama obur kurt, günün birinde bu açgözlülüğünün
az kalsın kurbanı oluyormuş.İnce ama çelik gibi sağlam bir
koyun kemiği boğazına saplanmış. Gözlerinden yaşlar akıtarak
kemiği boğazından çıkartmaya çalışmış, ama ne mümkün!
İnatçı kemik giderek daha derine saplanmış, kurda çok acı verir hale gelmiş.
Artık nefes bile alamayan kurt çevresine bakınırken gözüne bataklıkta
kurbağa arayan leylek ilişmiş:

"Canım leylek, gözüm leylek. Ben seni çok severim bilirsin.
Başım fena halde dertte! Boğazıma kemik saplandı. Eğer bana yardım
edersen, hayatım kurtulacak! Yoksa ölmek üzereyim. Bu kemiği
uzun gaganla kurtarırsan, sana çok büyük armağanlar vereceğim!"
"Aç ağzını" demiş leylek.
"Aaa" diyerek obur kurt kocaman ağzını bir baca gibi açmış. Leylek de
uzun gagasını kurdun ağzından içeri sokarak, boğazına saplanan ince kemiği
aramaya başlamış. Leylek ince uzun gagasıyla daracık yerlerde
yiyecek arama konusunda deneyimli olduğundan, kısa sürede
kemiği bulmuş ve çıkarmış.
Kurt derin bir nefes almış, bir iki yutkunmuş ve leyleğe bir teşekkür
bile etmeden yoluna devam etmiş.
"Heeey" diye bağırmış kızgınl eylek kurdun ardından.
"Vaat ettiğin büyük armağan bu muydu? Sen sözünü böyle mi tutarsın?
Ben senin hayatını kurtardım,sense bir teşekkür bile etmeden gidiyorsun!"
"Bak sen akılsıza!" demiş kurt.
"Sen bir canavarın keskin dişlerinin arasına başını soktun
ve başına hiç bir tatsızlık gelmeden çıkardın! Bundan daha büyük
armağan olabilir mi senin için!"
Uzaklaşan kurdun arkasından bakakalmış leylek.
"Gerçekten hayat ne kadar garip" diye düşünmüş,
"başkasına iyilik edeceğim diye kendimi hayatımı tehlikeye attım.
Sonunda aldatıldım, ama hala kendimi şanslı hissediyorum."

ÇİMENDEKİ PRENSES
- Norveç Masalı -


Uzak ülkelerden birinde kralın on iki oğlu varmış. Kral evlatlarını
çok sever, onların kendi gibi mutlu olmasını istermiş.
Çocukları büyüyünce, kral her birine birer at vermiş ve
onları kendilerine eş aramak için dünyanın dört bucağına göndermiş.
Ama kral prenslerin sıradan kızlarla evlenmelerine karşıymış.
O, oğullarının becerikli kızları kendilerine eş olarak seçmelerini dilermiş.
"Evleneceğiniz kız, bir gün içinde kendi dokuduğu
kumaştan sizin için gömlek dikebilmeli.Böylesini bulabilirseniz getirin. Yoksa başka
kızı sarayımda gelin olarak kabul etmem" demiş.
Kardeşler yola çıkmışlar. En küçük kardeş en çelimsizleriymiş.
Onunla alay etmişler ve:
"Sen zaten kendine bakamıyorsun, öyle dünya beceriklisi bir kızı nereden
bulacaksın? Git başımızdan ve ne halin varsa gör" diyerek kovalamışlar.

Küçük kardeş onlara yalvarmış. Terk etmemeleri için diller dökmüş.
Ama onu kimse dinlememiş. Sonunda çaresiz geri dönmüş.
Saraya da gidememiş. Ormanları, çayırları dolaşarak ne yapacağını
düşünmeye başlamış. Bir ara bir vadiye ulaşmış. Atından inip biraz
dinlenmek istemiş. Birden ayaklarının dibinde birşeylerin kımıldadığını
hissetmiş. Eğilip bakmış ki ne görsün: Minicik bir kız, ufacık bir koltukta
oturuyor. Arkasındaki kutu kadar bir yükseltinin de sanki pencereleri ve
kapısı varmış. Oğlan gözlerine inanamamış. Kız bir de su şırıltısı gibi bir
sesle ona seslenince daha da şaşırmış:

"Niye böyle kederlisin güzel çocuk" demiş kız.

Kralın en küçük oğlu başına gelenleri birbir anlatmış. Minik kız
dikkatle dinlemiş sonra da :

"Üzülme" demiş, "herşeyin bir çaresi bulunur. Eğer beni sözlün olarak
kabul edersen, sana şimdi hemen bir gömlek dokur ve dikerim. Hem de
öyle güzel dikerim ki, titiz baban tek bir hata bile bulamaz!"

Delikanlı çok sevinmiş:"Elbette" demiş, "kabul etmez olur muyum!"

Küçük kız ellerini çırpmış. Arkasındaki minicik kulübeden
kendinden de küçük üç hizmetçi çıkmış. Ellerindeki çıkrıkları, dokuma
tezgahını, dikiş makinesini çimenlerin üzerine koymuşlar. Minik kız ise
çalışmaya başlamış, ama ne çalışma! Küçük prens kızın hızla çalışan
ellerini gözleriyle takip etmekte güçlük çekiyormuş. Göz açıp
kapayınca kadar gömlek hazır olmuş. Oğlan gömleği katlayıp cebine
koymuş. Bir yandan da, bu fındık faresinin kuyruğundan da küçük olan
gömleği babasına nasıl vereceğini düşünüyor, biraz utanıyormuş.
Ama sonuçta babasına gömleği vermiş. Gerçekten de babası gömleği
çok beğenmiş ve oğlunun o kızla evlenmesine razı olmuş.
Kralın oğlu heyecanla çayıra koşmuş. Minik kızı atına alıp saraya
götürmek istemiş. Ama kız kendi arabasıyla yolculuk etmek istiyormuş.
Arabası da, önüne dört beyaz fare koşulmuş küçük bir gümüş kaşıkmış.
Delikanlı, atının ayağı minik kızın arabasına değecek diye çok
korkuyormuş.Gerçekten de korktuğu başına gelmiş. Hem de tam
köprüden geçerken. Dar köprüde atın ayağı gümüş kaşığa çarptığı gibi,
minik kızla beraber suya itivermiş.Kralın oğlu çok üzülmüş.
Fakat birden sular kabarmış, köpüklerin arasından sarı saçlı, dünya güzeli
bir kız çıkmış. Yüzü minik kızın yüzüymüş.

"Sevgili prensim" demiş, "büyüyü bozdun, beni kurtardın. Bir ömür
boyu mutlu olacağız." Sonra ikisi birden, prensesin muhteşem arabasına
binerek saraya gitmişler.

SOMBALIĞI VE AYI
- Afrika Masalı -

Bildiğiniz gibi, denizde yaşayan sombalıkları yılın belli aylarında, yumurtalama dönemleri geldiğinde tatlı sulara doğru ilerlerler. Denizle birleşen akarsulardan girip, nehirler boyunca ilerler ve sonuçta temiz dağ derelerine, pırıl pırıl göllere ulaşır, oralarda yumurtalarını bırakırlar.

Sombalıkları, tatlı sularda yavruladıktan sonra yine geldikleri yollardan denize geri dönerler. Geri dönmek onlar için hiç de zor olmaz. Çünkü, suların akış istikametinde dağlardan aşağıya doğru giderler.

Asıl zor olan gelişleridir. Nehirlerin akıntılarıyla mücadele edip, bıçak gibi keskin kayalıklardan yukarıya zıplayıp, gerekirse çağlayanları aşıp ulaşırlar tatlı sulara. Bu yolculukları sırasında zıplayarak ,ilerleme tekniğini de iyi öğrenmişlerdir.

Sombalıklarının suyun içinde zıplaya zıplaya akıntıya karşı ilerlemesine en çok sevinenler de ayılardır. Sombalıklarının yumurtlama mevsiminde nehir kıyılarında birikir, suyun içinde güç bela yolculuk eden şişman som balıklarıyla bir güzel karınlarını doyururlar.

İşte şimdi anlatacağımız hikaye de, dağ göllerine ulaşmak için büyük yolculuğa çıkan Sombalığı Sami'yle Ayı Ahmet arasında geçiyor. Sombalığı Sami hedefine çok yaklaştığı bir sırada, artık son engellerden birinin üzerinden zıplamaya çalışırken, Ayı Ahmet tarafıdan havada uçan bir sinek gibi yakalanıverir. Sombalığı, Ayı'nın tırnaklarını sırtında hisseder hissetmesine, ama çırpınmanın, yakınmanın kurtulmasına yetmeyeceğini de çabuk kavrar. Bunun üzerine sevinçle haykırarak şunları söyler:

"Dostum! Ne kadar yükseğe atladığımı gördün mü? Sanırım 2 metre 8 santimlik sombalığı yüksek atlama rekorunu geçtim. Bu şahane bir şey! Biliyor musun, bu rekoru kırana çok büyük ödül veriliyor. Çünkü iki yıldır hiç bir sombalığı bu rekoru kıramamıştı! Ödül yüz adet uskumru ve iki kilo da yosun reçeli. Bu ödülü beraber alabiliriz. Ama benimle birlikte gelmen lazım, çünkü bu kadar hediyeyi ben tek başıma suyun altından getiremem. Yüzme biliyor musun?"

"Elbette!" der Ayı Ahmet.

"O zaman gel suya birlikte dalalım."

Ayı yüz tane uskumru balığı ve çok sevdiği reçel vaatleriyle kendinden geçtiğinden, Sombalığı'yla birlikte dalmaya karar verir. Bu arada şişman balığı da kaçırmak istemediğinden onu da dişlerinin arasına alır. Birlikte suya girerler girmesine ama, Ayı Ahmet'in ağzına sular dolunca ister istemez Sombalığı'nı bırakmak zorunda kalır.

Boğulmaktan kılpayı kurtulan Ayı Ahmet zar zor kendini sulardan kurtarır, Sombalığı Sami ise bu son engeli de aşıp, pırıl pırıl dağ gölüne iyice yaklaşmıştır bile.

 

YALANCI KEDİ
- Hint Masalı -

Bir zamanlar Sripur diye bir kentte Sudaryan adında bir kral varmış. Aynı kentte Saharadatta adında bir tüccar da yaşarmış.
Bir gün tüccarın deposundaki yağ kavanozlarından biri açık kalmış. Evin kedisi de bu firsatı kaçırmadan kafasını şişeye sokuvermiş. Kafasını kavanoza sokmuş sokmasına ama bir daha da çıkaramamış.
Telaşa kapılan kedinin çıkardığı gürültüyü ve yakaran miyavlamaları duyan dükkan sahipleri kediyi kurtarmaya çalışmış, ama gayretleri nafileymiş. Kavanoz kedinin kafasından çıkmıyormuş.

Sonunda kediyi kurtarmak için kavanozu kırmaya karar vermişler. Ama kavanozun ağzı kedinin boyununda bir bilezik gibi kalmış. Kavanozdan kurtulan kedi tarlalara doğru koşmaya başlamış.
Kendilerine doğru koşan kediyi gören fareler kaçışmaya başlamış. Kedi onlara şöyle seslenmiş:
"Benden kaçmayın! Ben size zarar vermem! Size dokunmayacağıma dair ant içtim. Bakın boynuma da bu yeminin simgesi olarak bilezik taktım. Yakınıma gelin size anlatayım."
Kediye inanan tarla fareleri kedinin etrafinda toplanmış. 0 da farelere neden onlara dokunmayacağı, neden yemin ettiği üzerine bir sürü yalan uydurmuş.
Sonra da fareler artık yuvalanna dönerken kaşla göz arasında en arkadakini yakalayıvermiş. Kedinin oyunu böyIe sürmüş gitmiş. Her gün farelere ahlaklı konuşmalar yapmış, farelerin inancını geliştirmiş, ama ardından kimseye fark ettirmeden onlardan birini midesine indirmiş.
Fare halkı araında iki bilge fare de varmış: Udno'yla Maniko. Her ikisi de çok sevilir ve sayılırmış. Hatta bir sene önce fare halkının neredeyse yok olacağı o kıtlık günlerinde Udno ve Maniko'nun yıllardır biriktirdiği bugday taneleriyle kurtulmuşlarmış. Bir gün fareler Udno'yu aralannda göremeyince merak etmişler.
Udno ertesi gün de ortaya çıkmamış. Tahmin ettiğiniz gibi kediye kurban gitmiş, ama fareler daha bunu bilmiyormuş. Üçüncü gün de Udno ortaya çıkmayınca fareler kendi aralannda sayım yapmış.
Bir de ne görsünler: Aralannda yüz fare eksikmiş. Tabii bu işin hınzır kedinin eseri olduğunu hemen anlamışlar. Bir daha da kedinin yanına yaklaşmamışlar.
İşte hayatı boyunca farelere yardımcı olan bilge Udno'nun olümü de fare halkının yaranna olmuş.

ÜÇ NOEL GÜVERCİNİ
- Macar Masalı -

Bir zamanlar ormanın derinliklerinde ufacık bir kulübede yaşlı mı yaşlı bir nine yaşarmış. Kimi kimsesi yokmuş. Dünya onu, o dünyayı unutmuş. Bütün yaz boyunca ormandan şifalı bitki, meyve sebze toplar, onlarla beslenir; bir kısmını kurutur; kışın da kulübesinden neredeyse hiç çıkmadan onlarla yaşarmış.
Kış aylarını evinde geçirmesi biraz canını sıkarmış, ama kış geldiğinde de en büyük eğlencesi Noel'i beklemek olurmuş.
Noel gecesini iple çeker, sonunda çok beklediği o gece geldiğinde kulübesinin bir göz odasına ufacık çam ağacını kurarmış. En çok sevdiği süs ise ağacın en alt dalına astığı güvercin yuvasıymış.
Kırmızı porselenden yapılan bu minicik güvercin yuvasında üç minicik güvercin varmış. Hepsi değişik renkte olan güvercinler hakiki güvercinler gibi canlı dururlar, izleyende her an sanki uçuvereceklermiş izlenimi bırakırlarmış.
İşte o Noel gecesi de ninenin sabırsızlıkla beklediği an gelmiş. Ufacık ağacını itinayla kurmuş, kuru çiçeklerle, meyvelerle süslemiş, en alt dala hayattaki en büyük hazinesi olan güvercin yuvasını takmış ve ağacın üzerindeki minicik mumları ve maytapları yakmış.
Ama çok kötü bir şey olmuş! Yanan maytaplardan çıkan kıvılcımlardan biri tam güvercin yuvasının üzerine düşmüş ve güvercinler sıcaklığın etkisiyle olsa gerek, parça parça oluvermişler.
Nine çok üzülmüş. Bütün gece ağlamış, güvercinlerinin neden kendini bırakıp gittiklerini, güvercinsiz bir çam ağacının artık neye yarayacağını düşünmüş. Hayata küsmüş.
Ertesi akşam, yani Noel bayramının birinci günü, titreyen elleriyle ağacın üzerindeki minik mumları yakarken göz yaşlarını tutamıyormuş. Minik mum yaşlı ninenin durumuna pek acımış.
Mum yandıkça gözyaşı gibi süzülen mum damlalarından biri tam güvercin yuvasının üzerine düşmüş. Soğuyup katılaştığında mum damlası aslından ayırt edilemeyen bir güvercin gibiymiş. İkinci damla da tam yuvanın yanına düşmüş, soğuduğunda o da bir güvercin olmuş. Diğer ikisinin yanına düşen üçüncü damla da minik bir güvercin olarak soğumuş.
Yaşlı nine bu olup biteni daha sonra fark etmiş. Güvercinlerinin nasıl olup da geri geldiklerini anlamamış. Ama çok sevinmiş. Noel bayramı yeniden gerçek bir bayrama dönüşmüş onun için.
Kim bilir, hayatta belki de bir şeyleri çok istemek gerek. Tıpkı ninenin güvercinlerine tekrar kavuşmayı çok istemesi gibi.

    

 
   
 
 
Myspace Calendars at WishAFriend.comwww.seninininternetin.tr.gg -->

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol